Dinin Temel Gayesi

DİN VE HAYAT

Dinin temel gayesi insanların dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamaktır. “Allah esenlik yurduna çağırıyor. Dileyene (mutluluğa ulaştıracak) doğru yolları gösteriyor.” ayetinde belirtildiği üzere Yüce Allah din vasıtasıyla insanları ebedi mutluluğa çağırır ve bunun yollarını gösterir.

İslam’ın açıkladığı emir ve yasakların amacı; insanı ahlaken yüceltmektir. İnsanlar toplumda bir arada yaşarken hem ahlaki hem de hukuki bir takım yasalara uymak zorundadır. İslam dininin ahlaki ve hukuki düzenlemeleri bireysel ve toplumsal hakları güvence altına alır.

Hak; sözlükte gerçek, doğru, gerçeğe uygun, adalet, pay ve emek karşılığı verilen ücret anlamlarına gelir. Terim anlamı olarak hakdinin ve hukuk düzeninin kişiye tanıdığı yetki ve ayrıcalıktır. Kur’an-ı Kerim’de hak kelimesi gerçeğe uygun söz, doğru haber, doğru yol gibi anlamlarda kullanılmıştır. Hz. Peygamberin hadislerinde ise varlığı kesin olan, kuşkuya yer bırakmayacak kesinlikte gerçek ve sabit olan şey anlamında kullanılmaktadır. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şu duasında hak kelimesi aynı zamanda Yüce Allah’ın ismi olarak belirtilmektedir: “Allahım! Sen haksın, senin vaadin haktır, sana kavuşmak haktır, senin sözün haktır, cennet haktır, cehennem haktır, peygamberler haktır, Muhammed haktır, kıyamet haktır.”

İslam dinine göre, hayatını en güzel ve mutlu bir şekilde devam ettirebilmesi için insan bazı temel haklara sahiptir. Bunlar din, dil, ırk ayırımı yapılmaksızın herkesin doğuştan sahip olduğu haklardır. Dinin gayelerinden biri de bu hakların korunmasıdır. İslam’ın korunmasına önem verdiği temel haklar; can, nesil, akıl, mal ve din emniyeti olmak üzere beş başlıkta değerlendirilmiştir.

Canın Korunması
Canın korunması İslam dinine göre en temel haktır. Çünkü bireyin varlığını sürdürmesi, iş ve faaliyetlerini devam ettirebilmesi buna bağlıdır. Bu yüzden İslam bireyin yaşama hakkını henüz anne karnında iken güvence altına alır. Bu konuyla ilgili Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Fakirlik korkusuyla çocuklarınızın canına kıymayın. Biz onların da sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır.”

İslam’a göre insan hayatı kutsaldır. Bir canı kurtarmak bütün insanlığı kurtarmak kadar yüce bir erdem sayılmıştır. Bir cana kıymak ise bütün insanlığı öldürmek kadar büyük bir günah olarak değerlendirilmiştir. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “ … Kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur…”

Hz. Muhammed (s.a.v.) “Müslümanın Müslümana malı, ırzı (şeref ve namusu) ve kanı haramdır (dokunulmazdır)…” buyurarak canın, malın ve ırzın dokunulmaz olduğunu bildirmiştir. İslam, sadece Müslümanların değil, tüm insanların yaşam hakkının korunmasını ister. Can güvenliğini din, dil, ırk ayrımı olmaksızın bütün insanlar için geçerli sayar.

Canın korunması aynı zamanda bireyin can güvenliğinin sağlanması ile mümkündür. Çalışan bireylerin iş sağlıklarının ve can güvenliklerinin sağlanması da canın korunması kapsamında değerlendirilir.

Bireylerin can güvenliğini tehlikeye düşüren önemli sorunlardan biri de iş kazalarıdır. Hz. Muhammed (s.a.v.) birçok hadisinde can güvenliği konusunda Müslümanları uyarmıştır. Ok ve yayıyla mescide uğrayan birine, “Onun temrenine (demir ucuna) sahip çık.” buyurarak çevre güvenliğinin sağlanmasına vurgu yapmıştır. Müslümana düşen görev, bu konuda tüm tedbirleri alma, çevre ve iş güvenliğini sağlamaktır.

Neslin Korunması
Neslin korunması toplumun devamı için bir zorunluluktur. Neslin korunabilmesi sağlıklı bir aile kurmakla mümkündür. Bu nedenle İslam dini, aile kurumunun temeli olan nikâh üzerinde önemle durmuştur. Kur’an-ı Kerim’de evlilik ve aile ile ilgili kurallar ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir…” buyurarak ailenin önemini bildirmiştir.

Hz. Muhammed (s.a.v.) gerek uygulamaları gerekse açıklamaları ile aile hayatının
önemini bizlere göstermiştir. Hz. Muhammed (s.a.v) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Ey gençler! Aranızda gücü yeten evlensin. Çünkü evlenmek gözü haramdan korumak ve iffeti muhafaza etmek için en iyi yoldur…” İslam dininin aileye verdiği önem, kişinin ilk eğitim aldığı sosyal kurum olmasından kaynaklanır. Birey ailede iyiyi doğruyu öğrenir. Hayata hazırlanır. Toplum içinde nasıl davranacağını anne babasından öğrenir. Birey dinî değerleri, güzel ahlaki davranışları anne babasından öğrenerek hayata geçirir. Bu yönüyle aile bir okul gibidir. Anne babalar kazandıkları deneyimlerini çocuklarına aktararak onların gelişimini tamamlamalarına yardımcı olurlar. Çocuklar milli ve manevi değerleri, sevgi, şefkat, merhamet, birlikte iş yapma gibi ahlaki değerleri de aile ortamında edinirler.

Aklın Korunması
Allah’ın (c.c.) insana verdiği en önemli nimetlerden biri de akıldır. Kişinin dinen mükellef olabilmesi için akıl sağlığının yerinde olması gerekir. Hz. Muhammed (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmuştur: “Şu üç kimseden sorumluluk kaldırılmıştır: Ergenlik çağına gelinceye dek çocuklardan, uyanıncaya kadar uyuyandan, akli dengesi yerinde olmayandan.”

İslam dini, insanın akıl sağlığına zarar veren şeylerden uzak durulmasını istemiştir. Bu nedenle akla zarar veren içki, uyuşturucu maddeler ve diğer zararlı maddelerin kullanımını yasaklamıştır. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey İnananlar! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz.” Hz. Muhammed (s.a.v.) akıl sağlığına zarar veren içki konusunda “İçki bütün kötülüklerin anasıdır.” buyurarak bu konuya dikkati çekmiştir.

Alkol ve uyuşturucu maddeler aklın sağlıklı işlemesine engel olur. Beyin ve sinir sistemini etkileyerek bireyi iradesiz kılar. Zararlı maddeler insanı bağımlı hale getirir. Bağımlılık insanın kaygı ve stresini artırır. Bunları kullanan kimseler hem kendilerine hem de topluma zarar verirler. Alkol kullanmanın zararları arasında trafik kazalarına neden olması, aile ilişkilerini bozması ve aile içinde ciddi huzursuzluklara neden olması da sayılabilir.

Malın Korunması
Malın korunması; mülkiyet, ekonomik haklar, üretmek, sahip olmak, satmak ve tüketmek ile ilgili hakları kapsar. İslam’a göre herkes kendi imkân ve ölçüsünde mülk edinme hakkına sahiptir. Her bireyin çalışıp emek sarf ederek meşru yollardan elde ettiği mallarına sahip çıkma ve kazandığı malı harcama hakkı vardır. Kişi haram ve gayri meşru yollar olmamak kaydıyla kazandığı malı biriktirir, satar, gelirinden faydalanır. İslam dini, çalışmayı teşvik eder. Kişinin kendi elinin emeğiyle geçinmesine ve üretmesine özendirir. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” Hz. Muhammed (s.a.v.) de “Hiç kimse kendi el emeğiyle kazandığından daha hayırlı bir lokma yememiştir…” buyurarak insanları üretmeye ve geçimini sağlamak için çalışmaya teşvik etmiştir.Helal yollardan elde edilen mülkiyeti korumak, emeğe saygının bir ifadesi olarak yorumlanmıştır. İnsanın kazandığı malı onun izni olmadan almak ve kullanmak büyük günahlardan sayılmış ve yasaklamıştır. Kur’an-ı Kerim’de, “Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret dışında mallarınızı haksızlıkla yemeyin…” buyrularak insanların mallarının hile, rüşvet, kumar gibi haksız kazanç yollarıyla ellerinden alınması yasaklanmıştır. Kur’an-ı Kerim’de, tartıda hile yaparak haksız kazanç elde edenler kınanmıştır. Ayrıca insanların emeklerinin karşılığını vermek emredilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de “İnsanların mallarını ve haklarını eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.” buyrularak hak edilen emeğin noksan ödenmemesi istenmiştir. Emeğin korunması ve gözetilmesi konusunda Hz. Muhammed (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur: “Çalışana ücretini teri kurumadan veriniz.”

Haksız kazanç elde edilen yollardan biri de rüşvettir. İslam dininde rüşvet olarak alınan ve verilen her şey haramdır. Hz. Muhammed (s.a.v.) bir hadisinde rüşvet alan ve veren için şöyle buyurmuştur. “Allah’ın lâneti, rüşvet verenin ve rüşvet alanın üzerinedir.” Bir başka hadisinde de “Rüşvet alan da veren de Cehennemdedir.” buyurarak rüşvetten kaçınılması gerektiğini vurgulamıştır. Rüşvet insanlar arası ilişkileri bozmakla kalmayıp, toplumsal birlikteliğe de zarar verir.

Haram kazanç elde etmeyi yasaklayan İslam dini, faizi de haramlar kapsamında saymaktadır. Malın korunması ve bereketlenmesine engel olan faiz, ”Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz alacaklarınızı terk edin.” ayetiyle yasaklanmıştır. Kur’an-ı Kerim, faizi helal sayarak yiyenlerin durumunu, “Faiz yiyenler ancak şeytanın çarparak sersemlettiği kimse gibi kalkarlar. Bunun sebebi onların, ‘Alım satım da ancak faiz gibidir.’ demeleridir. Halbuki Allah alım satımı helâl, faizi ise haram kılmıştır…” ayetiyle açıklamıştır.

Malı koruma yollarından biri de israftan kaçınmaktır. İnsanları ve toplumları yoksullaştıran kötü davranışlardan biri de israftır. İslam dini, yeme içme gibi temel ihtiyaçların karşılanmasında dengeli davranılmasını istemektedir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “…Yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.”Dinin Korunması
İslam dinine göre dinin muhafazası Müslümanların temel görevlerinden biridir. Dinin korunmasında gözetilmesi gereken en önemli husus sağlam ve doğru bilgi kaynaklarıyla dinin anlaşılmasıdır. İslam dininin temel kaynakları Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sünnetidir. Kur’an ve sünnete dayanmayan din anlayışları kabul edilemez. Dinde dayanağı olmayan ve sonradan ortaya çıkan yaklaşımlar bid’at olarak görülmüştür. Bu konuda Hz. Peygamber “Sözlerin en hayırlısı Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’dir. Yolların en hayırlısı Muhammed’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan ortaya çıkarılan bid’atlerdir. Bütün bid’atler de dalalettir.” buyurarak dinin korunmasının kitap ve sünnete uygun olarak yaşamakla mümkün olacağını belirtmiştir. Dinin korunması için doğru anlaşılması, doğru anlaşılması için de temel kaynaklardan yararlanılması gerekir.

İslam’ın aslından olmayan, dine sonradan giren ve din gibi algılanan hususlara hurafe denir. Hurafeler dinden olmayan masal, efsane ve rivayetlere dayanır. Genellikle sihir, büyü, ruh çağırma gibi çeşitli batıl inanışlarla karşımıza çıkar. Bunlar dinin yanlış anlaşılmasına sebep olur. Dinin korunması kapsamında bütün hurafelerden, yanlış anlayış ve inanışlardan uzak durulmalıdır.Dinin korunmasında dikkat edilmesi gereken bir diğer konu da dinin tahriflerden uzak tutulmasıdır. Tahrif, saptırma, çarpıtma, değiştirme,bozma, bozulma anlamına gelir. Dinin korunması Allah’ın (c.c.) çizdiği sınırlar içerisinde kalarak dinin emir ve yasaklarını uygulamakla mümkündür. Din bid’at ve hurafelerle tahrif edilebildiği gibi yanlış yorum ve uygulamalarla da özünden saptırılabilir. Bu sapmalara maruz kalmamak için Müslümanlar her namazda okunan Fâtiha suresinde Yüce Allah’tan kendilerini dosdoğru yola iletmesini dilerler. Bid’at ve hurafelerle yoldan saparak Allah’ın (c.c.) gazabına uğrayanların yolundan da uzak tutmasını isterler.

Dinin korunmasında dikkat edilecek en önemli davranış dini Allah’a tahsis ederek ibadet etmektir. “… O halde sen de dini Allah’a has kılarak (ihlâs ile) kulluk et.” İslam dininde Müslüman yalnızca Allah’a (c.c.) kulluk ederek inancını koruyabilir.

Dinin korunması Allah’ın (c.c.) haklarının ve sınırlarının muhafazasıyla mümkündür. Helaller ve haramlar Allah’ın (c.c.) koyduğu sınırlardır. Bu sınırlar insanların kötü şeylerden uzaklaşması ve iyi olana yönelmesi için ortaya konulan hükümlerdir. Kur’an-ı Kerim’de, bu sınırlara riayet edilmesi emredilmiştir. Dinin korunması bireysel bir sorumluluk olduğu kadar toplumsal bir görevdir. Çünkü toplumun kurtuluşu ve huzuru Allah’ın (c.c.) sınırlarının korunmasıyla mümkündür.