Din, Birey ve Toplum

DİN VE HAYAT

İnsan, varlıklar dünyasında yaşar. Bu dünyayı anlamaya ve yorumlamaya çalışır. Görünen dünyayı duyu organları vasıtasıyla ve geliştirdiği araçlarla inceler. Ancak insan aklı sadece görünen dünyayı değil, duyular ötesi âlemi de merak eder ve bu âleme ilişkin sorular sorar.

Göklerdeki mükemmel yaratılışı, dünya üzerindeki eşsiz güzelliği, evrendeki sonsuz düzeni fark eden insan sorgulamaya devam eder ve cevabını merak ettiği şu soruları sorar: Evreni kim yarattı? Bu mükemmel düzeni kim sağlıyor? İnsan niçin var edildi? Bu varlıkların sonu ne olacak? İnsanın bu ve benzeri tüm sorularına din cevap verir.

Din, akıl sahibi bireyleri kendi özgür iradeleriyle iyiye ve doğruya yönelten ve onların mutluluğunu amaçlayan ilahî kurallar bütünüdür. Dinin ana konuları; inanç esasları, ibadetler, ahlak ilkeleri ve toplumsal ilişkilerdir.

İnsanlık tarihi incelendiğinde, her dönemde ve her yerde inanan insan ve din gerçeği ile karşılaşılır. Arkeolojik kalıntılarda, tarihi kaynaklarda, ilahi kitap yazmalarında ve toplumların kültürlerinde dinî motiflerin varlığı yoğun olarak görülür.

Maddi yönüyle beslenme, giyinme, barınma, dinlenme gibi ihtiyaçları olan insanın, manevi açıdan da güvenme, bağlanma, inanma gibi ihtiyaçları vardır. İnsanın biyolojik ihtiyaçları nasıl doğuştan geliyorsa manevi ihtiyaçları da doğuştandır. Bu yönüyle insandaki inanma ihtiyacı da fıtrîdir. İnsanda her zaman yüce ve güçlü bir varlığa güvenme, ona sığınma ve ondan yardım isteme eğilimi vardır. İnsanın bu isteklerini en güzel şekilde karşılayan dindir.

İnsanın dine yönelmesinin fıtrî olduğu Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmiştir: “Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah’ın yaratmasında bir değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur fakat insanların çoğu bilmezler.” İnsan, Yüce Allah tarafından bildirilen tevhid inancını benimsemeye yatkın olarak yaratılmıştır. Bu konu Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından şöyle ifade edilmiştir: “ Dünyaya gelen her insan fıtrat üzere (tek olan Allah’a inanma eğiliminde) doğar…”

Din; inanç, ibadet, ahlak ve sosyal ilişkilerde Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği esası üzerine kuruludur. İslam dini bunu her alanda ve hayatın her aşamasında tevhid vurgusuyla öne çıkarır. İslam’da Allah’ın (c.c.) varlığına ve birliğine inanılması istenirken O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak ve yalnızca O’na kulluk edip ancak O’ndan yardım dilemek emredilir. Kur’an-ı Kerim’in ilk suresinde “(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz.” buyrulmakta ayrıca her şeyin Allah (c.c.) için olması gerektiği şu şekilde bildirilmektedir: “De ki; namazım, ibadetlerim, yaşamım ve ölümüm ancak âlemlerin rabbi olan Allah içindir.”

Evrende kendine yer arayan birey sürekli bir anlam arayışı içindedir. Direk ve dolaylı bir şekilde kendine “Ben kimim? Niçin yaratıldım? Nereye gideceğim? Dünyanın sonu ne olacak?” gibi sorular sorar ve cevap bulmaya çalışır. Din bireyin yaşamına anlam katar. İnancı sayesinde insan neye, nasıl ve ne kadar değer vereceğini bilir. Bu bilgi yaşamını kolaylaştırır. Din, ahiret inancıyla insanın ölümsüzlük isteğine de cevap vererek ölümün bir son olmadığını ve ölüm sonrasında hayatın devam edeceğini haber verir.

İnsan günlük hayatında pek çok olumsuzluklarla karşılaşır. Örneğin; kendini yalnız hisseder, çaresiz kalır. Değişik korkulara kapılabilir. Hastalıklarla ve musibetlerle uğraşmak zorunda kalabilir. Felaketlerle yüzleşebilir. Allah ve ahiret inancı, bütün bu olumsuzluklara karşı insana dayanma gücü verir. İnsan dünya ve ahiret mutluluğunu din sayesinde elde eder. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “…Haberiniz olsun, kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle tatmin bulur.”

İnsan, yaşadığı çevre ile uyumlu olmaya çalışan sosyal bir varlıktır. Din, birey yanında toplumları da iyiye ve güzele yöneltmek üzere hükümler ortaya koyar ve toplumların barış ve huzur içinde yaşamalarını ister. Şefkat, sevgi ve merhametin yaygınlaşmasını sağlayarak toplumlarda mutluluğun oluşmasına vesile olur. Din; inanç, ibadet ve ahlak yönüyle toplumu kuşatır. Nitekim din, adalet, yardımlaşma, dayanışma, akraba ve komşularla iyi ilişkiler içinde olmak gibi tavsiyeleriyle bu hedefi gerçekleştirir.

Dinî değerler etrafında birleşerek yardımlaşan toplumlar yaşadıkları sosyal, ekonomik
ve siyasi sorunları daha rahat bir şekilde çözebilir. Çünkü din, bireylerin zor durumlarda birbirlerini gözetmelerini dinî bir sorumluluk olarak görür. Bu yüzden din duygusunun güçlü olduğu toplumlar, zorluklar karşısında daha dirençli olur.

Dinî emirler, tavsiyeler ve öğütler insanın aklına hitap eder, kalbine dokunur ve ruhunu aydınlatır. İnsanın bireysel ve toplumsal hayatını kendi yararına olacak şekilde düzenler. Dua, namaz, oruç, hac gibi ibadetlerle yaşadığı dinî tecrübeler insandaki güvenme duygusunu pekiştirir. Bir varlığa sığınma ve bağlanma ihtiyacını giderir. Zekât, sadaka gibi sosyal ve iktisadi yönü öne çıkan ibadetler ise insanlara, birbirlerine karşı hak ve görevlerini hatırlatarak daha mutlu bir sosyal çevrenin oluşmasını sağlar. Toplumun birlik ve beraberlik içinde huzurlu bir yaşam sürdürmelerine katkı sağlar.